Saturday, December 8, 2012

konferans katılım ücretinin peşinde

sunum yapacağım konferansı bile unutacak kadar yoğun çalışıyordum ve yapmak istediğim onlarca şeye hiç vakit ayıramıyordum. hayatın bana sunduğu teklifleri değerlendirirken "tamam artık, buraya kadar. ayrılıyorum. kitaplarım, filmlerim ve yazılarımla baş başa kalabileceğim bir hayat kurucam kendime" dedim. kazın ayağı hiç de öyle olmadı tabii. bugünkü konumuz, bağımsızlık mücadelesi veren bir bireyin hikayesi.

Wednesday, November 28, 2012

serbest kıyafet tartışması denilen, ailelerin zihniyeti gerçekte

serbest kıyafet tartışması almış başını alakasız uçlara gitmiş. tasarıya göre serbest kıyafetin nasıl da serbest olmadığını tartışmak yerine, "zengin-fakir ayrımı olacak" diye ortalığı birbirine katanlar en sevdiklerim. "insanın fikri neyse zikri de odur" diye tam da bu gruba söyleniyor herhalde.


Thursday, September 6, 2012

Çift soyadlı olmadan soyadını değiştirmeyen kadın mümkün mü?


Yüksek Topuklar kitabında Murathan Mungan çok güzel yazmış kadınların soyadlarıyla "oynama" heveslerini. Peki ya gerçekler? 

Tuesday, July 24, 2012

sık kullanımı yüzünden anlamını yitiren kelimeler


sanırsınız keyif twitter ile birlikte keşfedildi. artık herkes sürekli keyifte. kahve keyfi, caddebostan'da sahil keyfi, günbatımını izleme keyfi, rakı-balık-ayvalık keyfi, pazar kahvaltısı keyfi, futbol keyfi diye keyif listesi sonsuza kadar uzuyor. reklam kampanyaları hazırlanırken insanların diline bazı kelimelerin yerleştirilmesine dikkat edilir. keyif de öyle türedi zaten. spa keyfi, çok ucuza tatil keyfi, iki kişilik akşam yemeği keyfi başlıklı basın bültenleri ve bu bültenlerden hazırlanan haberler ve sosyal medya duyuruları sayesinde dilimize yapıştı kaldı. şimdi de içinde keyif geçen her şey anlamını yitirdi. belli başlı kelimeler var ki haberlerde ya da sosyal medya duyurularında görünce insan hemen pas geçiyor. amerikalı pazarlamacı David Meerman Scott bu tür anlamını yitiren ifadeleri lakırtılar olarak değerlendiriyor. dahası, Ekim 2006'da Lakırtı Manifestosu başlığıyla blogunda yayınlanan çalışmada halkla ilişkiler alanında anlamını yitiren ifadeleri listelemiş. 

Thursday, July 19, 2012

ünlülerin sosyal medya hareketliliği ve paparazicilik

geçen gün cengiz semercioğlu ünlülerin kendi özel hayatlarını sosyal medyada ifşa ettiklerini, ileriki günlerde bu durumun onların başına bela açacağını iddia etti köşe yazısında. iddianın sebebi basit: eğer sen özel hayatına dair görüntüleri (örneğin tatil fotoğraflarını ve özellikle de sevgilinle ve bikinili görüntülerini) sosyal medyada paylaşırsan, bir gün bir magazinci seni çektiğinde "bu benim hayatım, çekme kardeşim" diyemezsin. özel hayat, sosyal medya, magazincilik ve kişisel paylaşım tanımlarını oturup bir düşünmek gerekiyor bu vesile ile.


Saturday, June 30, 2012

öyle maç mı seyredilir, sinemada film izler gibi?

futboldan anlamayan bir kadın ne zaman söz futbola gelse hemen bir genelleme yapar, kendisinin futboldan anlamayışını "kadınlar futboldan anlamaz" bahanesinin altına saklar. yapmayın. o sizin cehaletiniz.



Sunday, May 27, 2012

hamilelik günlüğü, Tuba Ünsal ve diğer anneler


evlenmek ve çocuk sahibi olmak konularından mümkün olduğunca kaçsam da, tuba ünsal'ın doğum öncesi maceralarını anlattığı benim tatlı komposto günlüğüm kitabını kaçıramayacak kadar popüler kültür bağımlısıyım. bol resimli fotoroman gibi bir kitap. okuması kolay ve eğlenceli. dili samimi. daha önce başka hamilelilk günlükleri de okumuştum yine meraktan ve o koca koca bilge laflardan çok sıkılmıştım. hiçbiri yok. hazır olmadığını da yazmış, bebeği heyecanla beklediğini de. kocasını özlediğini de yazmış, onunla ilgilenmeyişini de. ama benim kafamda yine başka sorular var tabii.

Saturday, April 21, 2012

çağımız dijital çağı, aşkımız da!



bir arkadaşım var, hiç görüşmesem de aşk hayatını takip edebiliyorum. üç ay boyunca bir adamla olan facebook fotoğrafları bir anda değişiyor ve yeni bir adam çıkageliyor. bir süre onunla sarmaş dolaş olduğu fotoları görüyorum. sonra o gidiyor başkası geliyor. sanki sevgilisiyle olduğu fotoğrafları facebook'a koymasa, altına üç-beş "like" almasa o aşk gerçek olmayacakmış gibi yaşıyor. dijitalize edilmiş aşklar diyorum ben buna. günümüzde aşk, facebook'a fotoğraf konulduğunda başlıyor.

Sunday, April 8, 2012

eskiden sadece yakınlarımıza şikayet ederdik, şimdi tüm dünyaya rezil ediyoruz

itiraf ediyorum mirgün cabas türkiye'de zekasını ve fiziğini birlikte beğendiğim nadir insanlardandı. neden -di'li geçmiş zaman kullandığımı bilmiyorum. bir süre sonra suratına kondurduğu gülümsemesinde "herkes bana hasta ama ben çok cool takılıyorum" ifadesini görmeye başladığım için olabilir. sebebini tam bilmesem de bu sevda geçmişlerde kalmış demek ki. neyse, konu benim sevdam değil, onun sevdası.
mirgün cabas, leyla, evrim sümer ile tuba ünsal, sare, murat pilevneli birbirine paralel iki üçgendeler. üçgenler birbirlerine dik açı ile saplanmışlar. sosyal medya bu açıyı bir gün bir tarafa doğru, diğer gün diğer tarafa doğru çekiştiriyor. güç, o gün 140 karakteri doğru kullanandan yanadır elbet. hak denilen şey çalıştırılan çene ve parmaklar vasıtasıyla alınır. hodri meydan!

Tuesday, March 27, 2012

bazen yavaş yavaş, bazen de bıçak kesmiş gibi gelir ayrılık

babam bir gece ansızın öldüğünde en sık duyduğum laflardan biriydi "böyle hiç acı çekmeden gitmesi daha iyi, allah sevdiği kullarını böyle alırmış yanına."

insanın bazı klişelere inanası gelir bazen, ama bu laf hiç anlamlı değildi benim için. bir gün önce gülüp eğlendiğin birinin, ertesi gün bir daha asla yanında ol(a)mayacağını bilmek... hangi kandırmaca bu gerçeği unutturabilir ki zaten?

Monday, March 26, 2012

doğum günlerini hatırla, ölüm günlerini unutma

klasiktir, bir ajanda aldığımızda yaptığımız ilk şey yakınlarımızın doğum günlerini yazarız hemen. kutlamayı unutmamak gerekir. sonra arkadaşların evlilik yıldönümleri eklenir, tabii bir de çocuklarının doğum günleri. arada ölümler olur, kısa bir baş sağlığı mesajı gönderilir, cenazeye gidemicek kadar yoğundur ne de olsa herkes, ama onlar kayda geçirilmez. önemli olan doğum günlerini hatırlamak, ölüm günleriniyse unutmaktır.

Sunday, March 25, 2012

bir ölümün ardından "hayat devam ediyor" demek can acıtır...

son dört senedir 25-26 ve 27 mart günlerini çok sıradan günlermiş gibi yaşamaya çalışırım. oysa biri babamın ölüm haberini aldığım, diğeri cenazesi için beklediğim ve sonuncusu da onu toprağın altına bıraktığımız gündür.


Thursday, March 15, 2012

geriye kalan hiçbir şey: pucca, sevgilisi ve aşkları

pucca'nın ikinci kitabı çıkınca okumayı çok istemiş ama idefix ve cem mumcu hikayesini öğrenince hemşiremden "asla almayacaksın o kitabı" uyarısı almıştım. (bilenler bilir de bilmeyenler bu olayı şuradan okuyabilir.) kitabı edinmek için türlü numaralar yapıp, sonunda hiç alakam olmayan bir konuda tez çalışmasına yardımcı olarak kitaba sahip olmayı başardım. itiraf ediyorum ilk kitabı hatırlamıyordum. (bazen olur öyle, okuduğum kitapları silerim hafızamdan.) erik kimdi, pekmez buna ne yapmıştı hiçbir fikrim yoktu. ama şimdi bu ceri levis denen adamı ciğerine kadar tanıyorum. kitabın adı "ve geri kalan her şey" ve ben son sayfasında şunu sordum: ne kaldı geriye şimdi? senden pucca; senden, sevgilin ceri'den ve aşkınızdan.


Thursday, February 23, 2012

mehmet barış'ı seviyor. ben de...


istanbul ilginç bir şehir. gündüz anti-militarist bir film izleyip, akşam kendinizi asker kutlamalarının ortasında bulabiliyorsunuz. kutlamalar bitene kadar yolun ortasında arabanın içinde bekliyor ve izlemek dışında hiçbir şey yapamıyorsunuz.

Saturday, February 18, 2012

belki de evlilik, çocuk olmadan da beraber olabilmektir


hemşirem bir gün "bugün 10 yıllık evli bir çiftle tanıştım, ne çocukları var ne de kedileri" demişti de onun heyecanını sanırım bir tek ben anlamıştım. "çift olmak", evli ya da bekarken, hayatınızı beraber geçirdiğiniz, geçirmek istediğiniz kişiyle yetinmek değil, ortama bir de "oyalanacak şeyler" bulmak olarak algılanabiliyor. kedilerine-köpeklerine "anne geldi, baba şimdi seni gezmeye çıkaracak" diye boşuna seslenmiyor insanlar. peki gerçekte evlilik nedir ve her kadın çocuk sahibi olmayı istemek zorunda mı? bugünün soruları bunlar...

Monday, January 30, 2012

bu bir mahsun kırmızgül filmidir

bence türkiye sinematografisinde şöyle bir başlık açılmalı: "seyirciye her şeyi tek tek, kelime kelime anlatan filmlere mahsun kırmızıgül filmi denir." geçen gün bir arkadaşımla  konuşuyorduk, "çok basit filmler yapıyor" gibi bir şey dedi. "adamın hedef kitlesi o zaten, onlara başka nasıl anlatsın?" dedim.

mahsun kırmızıgül'ün bu topraklarla derdi var. doğduğu topraklarla ve insanlarla. beyaz melek, güneşi gördüm ve new york'ta beş minare filmlerinde hep bir başöğretmen rolünde; "sizin adetlerinizi biliyorum, törelerinizi biliyorum, üstelik islamı da biliyorum ama yanlış yapıyorsunuz kardeşler. gelin bakın aslında işin doğrusu budur." dediği filmler çekiyor.

Saturday, January 28, 2012

aylak zamanların başlangıcı

kurumsal hayata bir süreliğine ara verdim...
(bir gün gene başlayabileceğim ihtimalini göz önünde tutuyorum, veda ettim diyemiyorum.)
uzun zamandır kafamda evirip çeviriyordum, "tamam, yaptığım işi çok seviyorum, zaten bunu yapmak için okudum onca yıl, ama..." diyordum. hep eksik bir yan kalıyordu. zamanın yapmak istediklerime yetmemesi. daha çok okumak, izlemek, dinlemek, daha çok insanla tanışıp yeni şeyler öğrenmek ve en nihayetinde yazmak istiyordum. ne zaman çıkıp "işi bırakıyorum" dedim, herkesi bir endişe sardı, "iyi de ne yapacaksın?"