Sunday, April 28, 2013

"ben yaptım, sakın sen yapma" diyebilmenin fütursuz özgüveni

bu aralar aklımda hep birilerinin çıkıp birilerine, fütursuzca, "ben yaptım, sakın sen yapma" diyebilmesinin özgüven kaynağı var. çok samimi olabiliyor bazıları, canları o kadar yanmış ki, gerçekten senin canının da onun canı kadar yanacağını düşünüyor. bazılarındaysa birkaç tepe yukarıdan bakma durumu. ben bile yapamadım, sen nasıl yapacaksın, sakın bulaşma. oysa her insan ayrıdır, hikayesi de farklıdır. bugün bu tavsiyelerin yolunu yordamını, gerçekliğini, kendini beğenmişliğini düşünüyorum.


herkesin hayatında bir hedefi var. ben öyle sanıyorum en azından. hedef derken, benim anladığım da bir yol planı. şunu yapsam ne güzel olur, bunu denesem harika olur, hatta bunu başarabilirsem şahane olur. bu hedefler yolculuk sırasında değişir elbet. zaten işin, yolculuğun, en keyifli yanı da bilmediğin yollara sapmaktır. bazen bu hedefler, planlamalar beni çok sıkardı. şöyle gönlünce gezenlere imrenirdim. çat diye atlayıp başka ülkeye gidebilene, canına tak edince istifayı basabilene, evdekilere kafası bozulunca kapıyı çekip çıkabilene... hayat planı olmayan insanın bu yollardan daha keyif alacağını düşünürdüm. benim her şeyi kontrol altında tutmaya meraklı ruhum onların bu aylaklığına delicesine özenirdi. bu insanlar hala var. onlar bana hala cesaret veriyorlar. ama bir de bu görünüme sahip ama aslında başına geleceklerden korkanlar var. gizli pişmanlar. pişman olduklarını söyleyip yeniden yola çıkacak cesareti arayanlar. çoğunlukla arama evresinde kalanlar. çok sert şeyler mi söyledim? belki de çok dolduğum için. bırakayım, yumuşak geçiş yapayım.

bütün soruları ve onların kabul gören, görmeyen cevaplarını bir kenara bırakırsak iki konu var bizim mahalledeki muhabbetlerde öne çıkan: birincisi, akademiye dönmek, ikincisi, çocuk yapmak. hangisinden başlasam bilemiyorum. şöyle bir yaşanmış hikayeyle devam edeyim.

2 yaşında şirin mi şirin bir kız çocuğuna sahip arkadaşım H. yüksek lisans yapmaya karar verdi. konusunu belirledi, çalışmalara başladı. bir gün bir arkadaş ortamında bu planlarını anlatıyor heyecanla ve biri çıkıp diyor ki, sakın bulaşma. bak çocuğun var, otur evinde. bizim kız şaşırıyor. okumanın zorluklarında bahsediyor karşısındaki, anlatıyor da anlatıyor neler çektiğini. H. bana gelip anlattığında ona boşver, dedim. o da, ben yapıyorum ama sen yapamazsın, dedi bana gibi hissettim, dedi. şimdi burada böyle yazınca çok sert bir yanıt gibi duracak biliyorum, (kime anlattıysam öyle bir tepki aldım çünkü) ama aslında çok samimi bir değerlendirmeydi benimki, sen de çocuk yapmak konusunda aynısını söylüyorsun, dedim. işin beni asıl düşündüren tarafı bunu sadece onun söylemiyor oluşu. H.'nin annelik maceralarını biliyorum. hatta, senin şu halini gördükten sonra çocuk yapmamaya karar verdim, demişliğim bile var. çünkü zor. eğer hayatında en az 2 seneyi askıya almayı göze alamıyorsa ya da almamışsa, çok acı çekiyor kadın. çevremde benim yaşlarımda çocuk sahibi olan birçok kadından aynı şeyi duyuyorum: sakın! işte benim itirazım da burada başlıyor.

akademiye dönmek zor, çocuk yapmak zor, yurtdışında hayat kurmak zor... yapanların fazladan uzuvları mı var sanki? hayır. özgüvenleri var. aldıkları kararın verdiği cesaret var. cesaretin sağladığı huzur var. doğaüstü yetenek olarak, olsa olsa, bilinmezlikle uğraşmanın yarattığı yorgunlukla baş etme beceresi var derim. kısacası herkesin yolu bir olmak zorunda değil. herkesin başından aynı olaylar geçecek ve aynı sıkıntıları çekecek değil. bazen öyle hissediyorum ki, birilerinin de kişiyle aynı acıları yaşaması sevindiriyor insanı. oysa bana sorarsanız acının bir ölçütü yok. buna mı üzüldün şimdi diye çıkıştığında biri deli olurum ben. bırak, ona üzülmeyeceğini ben anlayayım. otur, anlat bana ya da.

birinin yüzüne sakın! diye haykırmadan da sıkıntısını anlatabilir, anlayabilir insan. ben şöyle şöyle yaptım, böyle oldu, belki sen şunu denesen daha iyi olabilir gibi. üzüldüğün şey aslında çok anlamsız, çünkü bak aslında bu olayın şöyle olumlu yönleri var gibi de olabilir. ama o sakın! yok mu. yerimden zıplıyorum görünce.

bana sorsan hedefin ne diye, sıra sıra dizerim önüne. yapabilecek miyim? en ufak fikrim yok. bazen bu şehirde sıkışıp kaldığımı da düşünmüyor değilim. bu düşüncenin beni yerime mıhladığı ve iyice elimi, ayağımı bağladığı da oluyor. ama artık o hisle nasıl baş edeceğimi de öğrendim. yollarda çok kaybolduğumu hatırlıyorum ve bir ağacın dibinde biraz soluklanırsam ana yola gene çıkabileceğimi biliyorum.

1 comment:

La Shadow said...

o kadar mantıklı yazıyorsun ki her zaman düşünüp de dile getiremediğim şeylerdi.