serbest kıyafet tartışması almış başını alakasız uçlara gitmiş. tasarıya göre serbest kıyafetin nasıl da serbest olmadığını tartışmak yerine, "zengin-fakir ayrımı olacak" diye ortalığı birbirine katanlar en sevdiklerim. "insanın fikri neyse zikri de odur" diye tam da bu gruba söyleniyor herhalde.
babam memurdu benim. bizim eve herhangi bir şeyden bir tane alınırdı ve genelde teknolojik aletlerin kullanım üstünlüğü hemşiremde olurdu. arkadaşlarım internette sabahlarken ben kitabımı okurdum. sabah okulda akşamdan kalan muhabbeti devam ettirirler, ben olaya dahil olamaz, kenarda dinlerdim. hepimiz forma giyiyorduk belki ama ayağımızdaki ayakkabılardan, elimizdeki telefonlardan ve gömleğin üstüne giyilen kazak, hırka vb. kıyafetlerden sosyal sınıf farkı ortaya çıkartılıyordu. mesela
bugün UGG lise öğrencileri için neyse, CAT botlar da bizim zamanımızda öyleydi. öğrenciler de biliyordu, hocalar da.
en yakın arkadaşım dediğim çocuğun bir gün yüzüme bakıp, fütursuzca, "senin bilgisayarın da cep telefonun da yok, fakirsiniz siz" demişliği bile vardır. bence biz fakir değildik, önceliğimiz onlar değildi. sağlıklı beslenmek, iyi eğitim almak, temiz olmak ve adabıyla giyinmek öğretilmişti bize. bunların da parayla değil, erdemle ilgisi olmuştur her zaman.
bence bütün bu tartışma "dost başa, düşman ayağa bakar" sözünü doğrulayacak şekilde insanları sahip oldukları materyaller üzerinden değerlendirenlerden çıkıyor. aileler böyle bir eğitimi vermekten kaçıyorlar. çocuk bir şey isteyince uğraşmak yerine "bütün arkadaşlarında var, şimdi bizimki de mahcup olmasın" diye alıyorlar hemen. benim ailem öyle değildi.
hatırlıyorum, ilkokul 5. sınıfta haftasonları dershaneye gidiyordum, her hafta farklı kıyafet giymek istiyordum. hatta çok uykum olduğu için ben gözlerimi açmadan dururdum, babam giydirirdi beni. o gözümü açmadığımı sanardı ama ben hafifçe aralar, eğer bir hafta önce giydiğim şeyi giydiriyorsa avaz avaz bağırırdım. annem ve babam da her seferinde "ders dinlemeye gidiyorsun oraya, defileye değil" derlerdi bana. ben ne zaman itiraz etsem kıyafetime her seferinde dediler. anlattılar, anlamamı sağladılar.
aileler "birey olacak çocuklarımız, kendilerini oldukları gibi ifade etmeyi öğrenecekler" diye sevinmek yerine, itiraz ediyorlar. iyi de mesela GS Lisesi yıllarıdr serbest kıyafettir. GSÜ'de okurken tanıştığım hiçbir GS liselide böyle bir kıyafet gösterişine ya da yargılamasına rastlamadım. GSL'de okuyan herkes çok mu zengin? üstelik kıyafetleri en umursamayan tipler de bu gruptandı bence. fransız kolejli kızlar süsüne, makyajına düşkünlerdi genelde. ilk görüşte anlayabilirdin okulda kim kolejli, kim değil. ÖSS ile gelenler, özellikle de İstanbul dışından gelenler, ilk kez kendilerini ifade edecekleri için bir süre bocalardı. onlar için hazırlık sadece okuyacakları üniversite bölümüne değil, üniversite sosyal hayatına da hazırlıktı. bence geç kalınmış bir hazırlık evresi.
serbest kıyafet tartışmasının aslında ailelerin çocuk yetiştirirme zihniyetleriyle ilgili olduğunu düşünürken, bu zihniyetin geldiği noktayı şöyle bir örnekle anlatıp (aradan geçen 7 yılda durumun daha da vahimleştiğini düşünerek), bu derdime dair sözlerimi burada sonlandırayım.
sene 2005, yaz tatili için Aktur'da bir akrabamızın yanındayım. akraba dediğim, karı-koca akademisyen. 10-11 yaşlarında bir kızları var. kızlarının da arkadaşları. bir çocukcağız var, inanılmaz sessiz ve kendisine bir şey uzatılmadan asla talep etmiyor. balkonu dolduran 6-7 çocuğun avaz avaz istekleri bitmezken bu çocuk köşesinde bekliyor. ne zaman bir şey desem gayet aklı başında yanıtlar veriyor. "kim bu?" diye sordum akademisyen kadına. "ankaralı bir ailenin çocuğu" dedi. "annesi banka müfettişi, babasının da yayınevi var. ailesi çok sert. hep kitap okuyor. notları çok iyi. ama çocukcağız hiç sosyalleşemiyor. nasıl sosyalleşsin, bir iPod'u bile yok."
bu kadın tek değil. ben o kadar diyorum.
1 comment:
Super sondaki hikaye
Post a Comment