ben ne zaman dijital kamerayla peşpeşe fotoğraf çeksem babam "böyle basıyorsun tabi sürekli, elindeki bir film olsaydı görürdüm ben seni" derdi. çünkü onun zamanında fotoğraf çekmenin bir süreci, maliyeti ve hatta fotoğrafların yanma riski vardı. dijital kamerayla anında görüntü, dijital paylaşımla sıfır maliyetsiz günlere geçtik. öyle ki, fotoğrafları ücretsiz editleyebildiğiniz siteler sayesinde istediğiniz görüntüyü oluşturmak için photoshop kullanmayı bilmeniz bile gerekmiyor artık.
sergi 36 pozluk filmden yalnızca beş adet kaybın yaşandığı rulodaki fotoğraflarla sınırlandırılmamış. "keşke diğer fotoğraflarını da görebilseydim" diyenler için Steve McCurry'nin fotoğraflarından oluşan bir slayt gösterisi de hazırlanmış. gösterimin yapıldığı odaya girdiğinizde bir diğer sürpriz de Steve McCurry'nin ünlü fotoğrafı Afgan Kızı'yla karşılaşmak.
1985'te National Geographic dergisine kapak olan ve dünyaca ünlenen bu yüzün sahibini Steve McCurry 2002'de tekrar fotoğraflıyor. hikayeyi okumak için How They Found National Geographic's "Afghan Girl" ve videsonu izlemek için National Geographic Serch for the Afghan Girl
eğer fotoğraf sanatının inceliklerine vakıf değilse bir seyirci, fotoğraflara bakmak hep kişisel zevklerle sınırlandırılır. ancak bu sergi bir proje. Steve McCurry'nin, yıllarca kullandığı filmin Kodak tarafından üretiminin durdurulması üzerine, "son ruloyu bana verin" dediği ve tüm masraflarını kendisinin karşıladığı bir yolculuğa çıkmasının hikayesi.
filmde anlattığı üzere başlangıçta hiçbir fikri yok Steve McCurry'nin. ne çeksem, ne yapsam diye kendini New York sokaklarına atıyor. Times Square'de gezinirken "yalnızca ışıkları gösteren ama hikayesi olmayan bir kartpostal çekmek istemiyorum" diyor. New York şehrinin anlamlı hikayesini oluşturmak için ilk karelerde Robert de Niro'yu fotoğraflıyor. daha sonra da portre çekme fikrine ısınıyor. fotoğraflara bakarken "neden Hindistan'da bu kadar çok fotoğraf çekmiş?" sorusunu soruyor insan ve cevabı filmde buluyor, "Kodachrome'un en önemli özelliği rengi şiirselleştirmesi ve bu sebeple de görsel ve kültürel olarak müthiş bir yer olan Hindistan'a gittim."
çalışma boyunca portre çekmek dışında belli bir fikir yok aslında aklında ve bu durumu "çalışmayı olabildiğince doğaçlama yaptık" diye açıklıyor. son kare, projenin ruhunu yansıtıyor, "dünyada Kodachrome yıkayan son fotoğraf laboratuarı Kansas Parsons'ta bulunuyor. son kare, bu şehirdeki bir mezarlıkta çekildi."
filmin başında ve sonunda iki kare var ki bana bir devrin gerçekten bittiğini hissettirdi. ilk karede, filmi makineye takarken Steve McCurry'nin yüzündeki endişe görünüyor, "bu işi binlerce hatta binlerce kere yaptım ama.." diyor. filmin sonundaki ikinci kare filmin banyosu sırasında yaşanan heyecanlı bekleyişin sona ermesini anlatıyor. dijital kamerayla çekim yapmaya alışmış birinin, hatta bu proje kapsamında da önce dijital makineyle pozlama yapan, görüntüden memnun kalınca Kodachrome ile çeken fotoğrafçının yaşadığı heyecanın tekrar yaşanmayacak olması. Steve McCurry de bu heyecanı özlemiş olacak ki "analog çekime geri dönüyorum" diyor gülerek.
sergide yer alan fotoğraflara Steve McCurry'nin internet sitesinden ulaşabilirsiniz. Fotoğrafçının bir de blogu var. projeyi anlattığı blog yazısına ulaşmak için: The End of an Era - 1935 to 2010
sergide gösterilen filmi çok aradım ama bulamadım. onu ararken fotoğrafçıyla İstanbul Modern'de yapılmış bir röportajı buldum. izlemek için: Son Kodachrome Filmi - Steve McCurry