Hakan Günday'ın AZ'ını okuduktan sonra koşarak babama gittim. günlerce mezarlıkta yaşadım Derda ile ne de olsa. kitabın olağanüstü kurgusu, dili, vurguları hepsi bir yana, mezarlığın mekan olarak işlenmesi beni epey düşündürdü. bu ülkede mezarlık ürkütücü bir şey ne de olsa.
aylar önce, yine sıradan bir haftasonu gününde babama gitmiştim. dönüşte arkadaşım aradı. "ne yapıyorsun?" dedi, "babama gittim, dönüyorum eve" dedim. dondu kaldı telefonda. "neden gittin?" dedi. "neden gitmeyim?" dedim ben de. "hayır yani bugün şey mi?" dedi. o zaman anladım derdini. babamın ölüm yıldönümü mü diye soruyordu. çünkü biz toplum olarak mezarlara sadece ölüm yıldönümlerinde gitmeye alışkınızdır. gerisi tuhaf, hatta hastalıklı gelir.
bense "geçerken uğradım" diyorum babama. alışverişe giderken, ya da herhangi bir yerden dönerken. ama en çok huzursuz olduğumda. mezarlık yoluna girdiğim an heyecanlanıyorum. arabayı koyduğum yerden mezar taşını okuduğumda dünya duruyor. o zaman sadece ben ve tuğrişçim varız. kısa birkaç cümle kuruyorum. ama en çok ona "iyiyim, iyiyiz merak etme" diyince rahata eriyorum. babamın yanında annemin babası. dedeme de "mübo da iyi" diyorum. o sırada mübo'nun son maceraları geliyor aklıma, gülümsüyorum. sonra müş, selahattin enişte, kuvvet enişte ve mami'yi anıyorum. mezarlıklardan sorumlu amca geliyor o sırada. "hoşgeldin" diyor gülerek. çiçekler üzerine laflıyoruz biraz. o mezarlığı suluyor. ayrık otlarını topluyor annem. hep aynı cümle kuruluyor "baş taraftaki ağaç tuttu da, ayakucundaki bir türlü tutmadı. kökü betona mı geldi ne, yamuk duruyor o". dedemin pembe gül ağacı tomurcuk vermiş, onları gösteriyoruz birbirimize. babamın kırmızı gül fidanı tuttu, ama sarı olan koptu. yeniden dikeceğini söylüyor amca.
amca babamla dedeme çok iyi bakıyor. ne zaman gitsek yemyeşil ve tertemiz. o görüntünün insana ne hissettirdiğini bildiğimden galiba Derda'nın mezarı temiz tutmak için verdiği çabayı o kadar derinden hissettim ki. mezarı temizleyemediğinde onun hissettiği suçluluk duygusunu..
koşarak gittiğim mezarlıktan yavaş hareketlerle ayrılıyorum. o yeşillik, kuş sesleri, uzaktan görünen deniz ama en çok da tuğrişçimin orada olduğunu bildiğimden saatlerce oturabilirim orada. hani bir sandalye çeksem de şurada biraz kitap okusam duygusu vardır ya, tam da o. "görüşürüz" diyip arabaya biniyorum. görüşücez çünkü, biliyorum.